21 Kasım 2020 Cumartesi

Felsefe, Sosyoloji, Hukuk ve Hakimlik Üzerine

Hukuk Haberleri Platformu Adalet Medya.net Köşe Yazarı Hakim Mehmet Aykut CİHANGİR'ın kaleme almış olduğu harika yazı...


 Hukuk;

adalete yönelmiş toplumsal yaşam düzenidir.

Hukukun amacı, toplumsal yaşamda düzeni adaletle sağlamaktır. Hukukun amacı,
adil hakimlerle kaim olacaktır.

Felsefe;
bilgiyi sevmek ve
ona ulaşmak için
düşünmeyi, araştırmayı, soru sormayı ve sorgulamayı öğrenmektir.
Felsefede sorular cevaplardan önce gelir, soru sormak sorgulamak felsefenin temelidir.
Soru sormak, öğrenmenin anahtarıdır. Soran, sorgulayan ve araştıran, bilgiye giden yolu muhakkak bulur.

Hakim, gerçek bilginin peşindedir.
Önündeki dosyada doğru ile yanlışı, haklı ile haksızı ayırt eder.
Önyargılarından arınarak, gerçek bilginin izini sürer.
Adalet, arı duru gerçeklik üzerine inşa edilen eşsiz bir değerdir.

Sosyoloji, umran ilmidir.
Sosyoloji;
estetik ve bilgiyle bir medeniyet inşası,
toplumu imar ve bayındır etme yolculuğudur.
Hâkim verdiği kararla hukuku uygulayarak adaleti sağlar. Uyuşmazlıkları çözerek toplumsal yaşam düzenini temin eder.
Sosyolojinin amacı ise, toplumu değerler üzerinde inşa etmek; estetik, imar ve bilgiyle toplumsal yaşamı bayındır etmektir.
Adaletin sağlandığı toplumlar bayındır olur ve umrana erişir.
Adalet, denge, düzen ve intizam demektir. Sosyolojinin amacı olan toplumsal yaşam düzeninin inşası hukukun uygulanması ve adaletin sağlanmasıyla kaim olacaktır.

Hâkim soru sormalı, sorgulamalı, şüpheci olmalı, araştırmalı, gerçeğin izini sürmeli ve bütün önyargılarından arınıp sadece gerçeğe talip olmalı.
Hakimin kararıyla tesis ettiği adalet, arı duru gerçeklik üzerine inşa edilir.
Gerçeğin izini süren hakikat yolcusu, hikmet arayıcısı hâkim, bunu araştırarak, sorup soruşturarak ve sorgulayarak bulacaktır.

Tesis ettiği kararıyla adalet yüce değerini temsil eden ve uyuşmazlıkları çözerek toplumsal barışı sağlayan hâkim, sosyolojinin rehberliğinde önündeki dosyaya can suyu katar.


Kaynak: https://www.adaletmedya.net/hukuk-felsefe-sosyoloji-ve-hakimlik-uzerine/

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Klasik Görüş Eleştiriler

KLASİK GÖRÜŞE YAPILAN ELEŞTİRİLER NELERDİR ?

Bir asırdan fazla etkili olan klasik bilim anlayışına çeşitli eleştiriler yöneltilmiştir.

Bunları şu şekilde özetleyebiliriz:


  • Farklı alanlarda farklı yöntemlerle araştırma yapan çeşitli bilimleri fiziğe indirgemek. gerçekliğin farklı boyutlarını anlamaya engel olur. Farklı boyutları anlayabilmek için diğer bilimlerin gelişerek devam etmesi gerekir. 



  • Her bilim ayrı yöntem kullanmakta beraber, günümüzde yöntem de önemini eskisi kadar koruyamamaktadır. Hatta yöntemi tamamen reddeden bilginler de vardır. Feyerabend (1925-1994) Yönteme Hayır adlı bir kitap yazmıştır. Çünkü yöntemin etkinliği tezi. tarihi gelişimin reddidir. Bilimin içeriğini yöntem değil, yöntemi bilimin içeriği belirler. 



Klasik görüş eleştiriler

  • Klasik görüşte indirgemecilik işlememiştir, yani verimli olmamıştır. Çünkü klasik görüşte bilimin soyut önermeleriyle günlük dildeki önermeler duyu verilerine (gözlem verilerine) indirgenememiştir. 


  • • Klasik görüş,  zihne sınırlar koyarak bilimsel faaliyetleri ve düşünce alanlarını iyice daraltmıştır. Halbuki insan aklına ve düşüncesine sınır çizilemez. 



  •  Bilim. iddia edildiğinin aksine birikimci bir çizgi halinde değil,  devrimci hamleler ve zikzaklar halinde ilerler. 



  • Bilimi yapan, bilim adamları topluluğudur. Bu topluluğun içinde yetiştiği inanç, norm, dil ve eğitim ortamı göz ardı edilemez. Yani psikoloji toplumsal, tarihi ve kültürel koşullardan soyutlanarak bilim yapılamaz ve bilim adamı yetişemez. 


klasik görüş ve eleştirisi

  • Bilimin kendi içinde bir işleyişi vardır, yani bilim bağımsızdır. Bu bağımsızlık, bilim adamının kendi dünyasının "kavramsal çerçevesi'nin hapishanesinde sonsuza dek yaşayıp ölmesini gerektirmez. Bu nedenle bilim adamının üreteceği yeni çözümlerde; onun kişiliği, eğilimleri, inançları, yetişmesi, arka planı ve geleneğin etkisi mutlaka kendini gösterir.



  • Bilim, insanlığın bütün problemlerini çözme iddiasında olamaz. O, belli koşullarda, belli olanaklarla elde edilmiş akli bilgidir. Dolayısıyla bütün alanları birden kapsamayabilir. 





Bilimsel Kuramın Özellikleri Nelerdir ?

Şimdiki konumuzda BİLİMSEL KURAMIN ÖZELLİKLERİ NELERDİR ? sorusunu cevaplandıracağız.


Bilimsel kuramın özellikleri şunlardır

a. Zihnin kavramsal bir ürünü olup iyi kurulmuş kavramlara dayanır. Burada önemli olan. kuramın kendisiyle çelişmemesi. tutarlı olması ve dayandığı (daha önce var olan) olgularla tam uyumlu olmasıdır.

b. Bilimsel kuram, kesin bilgiye zıt olarak varsayımlarla (hipotezlerle) yapılan bir inşadır. Uygulamadan ve pratikten bağımsızdır. Deneyle doğrulanamayan kuramı ar pratiğe geçmez, bunların doğruluğu şüphelidir. Örneğin: Darwin teorisi gibi.



c. Kuram, olgusal ilişkileri açıklamayı hedefler: olgularla daima ilgilidir.

ç. Kuramda varsayım (hipotez) vardır, ama o. varsayımdan ibaret değildir. Çünkü varsayım (hipotez), doğruluğu kabul edilerek temele konulmuş bir ilke, bir önermedir. Halbuki kuram, bu tarz birçok önermeden meydana gelmiştir.

d. Bilimsel kuram, gözlem ve deneyle test edilip doğrulanabilir.



e. Bilimsel kuram, belli bir alana ait verileri mantıki olarak sistemleştirir. Bu, onun dedüktif (çıkarımcı) özelliğini ortaya koyar. Bilimsel kuram; bilimsel yasadan, doğa yasalarından ve toplumsal yasalardan yararlanılarak geliştirilir. Şimdi bu üç kavramı görelim:

Bilimsel yasa: Olaylar arasındaki düzenli bağlantıyı ortaya koyan genel önerme veya olayların akışındaki değişmezlik ve zorunluluğu bildiren kuraldır. Örneğin: "Su 100 derecede kaynar.". "ısınan cisimler genleşir." önermeleri hem doğa yasası hem de bilimsel yasadır.



Doğa yasası: Olgular selinin akışına dayanarak ulaşılan genel yargılardır.

Toplumsal yasa: Devlet tarafından toplumsal düzeni ve toplumdaki insan ilişkilerini kurup geliştirmek amacıyla konulmuş genel kurallardır.

Öndeyinin Özellikleri Nelerdir ?

Bilimsel açıklama; bir olgu gerçeğini, bir akıl gerçeğine çevirmektir. Yani olguyu, önceki bir sistemin önermelerine bağlamaktır. Her aklı açıklama, sonraki nicel bir halin önceki nicel bir hal ile özdeşleştirilmesi sürecidir. Böylece deneyde elde edilen nicelikler formüle edilir, önermeler haline getirilir. Öyleyse bilim, önce farklı algılanan nesneleri, düşünce için yararlanılacak öğeler haline getirme etkinliğidir. Dolayısıyla bilimsel açıklama, önce bir olgunun öncüllerinden (nedenlerinden) hareket ederek dedüksiyon yapmayı hedefler; akli bir çıkarımla olguyu öncüllerine bağlar, sonra da olgunun nedenini ortaya koyar. Örneğin; depremin nasıl olduğunu söylemek bir betimlemedir; niçin meydana geldiğini ortaya koymak ise bir açıklamadır. Açıklamalar, aksi kanıtlanıncaya kadar geçerlidir, yani yanlışlanıncaya kadar geçerliliğini sürdürür.


Bilimsel açıklamalarda temel olan mantıki tutarlılıktır. Olguların ilişkileri önermelerle ifade edilmiştir. Bilimsel açıklama olguları betimleyen önermeleri bazı genellemeler ile başka bazı önermelerden çıkarmak suretiyle açıklamaya çalışır. Çünkü açıklama, olgunun nedeninin belirlenmesidir. Olgunun öğelerinin açık olarak ortaya konulmasıdır. Bu, dedüktif bir çıkarımdır. Burada, açıklayan önermeler öncüller; açıklanan ise sonuç önermesidir. Öncüller verilince sonuç zorunlu olur (dedüksivon).

Yeterli bir açıklama için gereken koşullar şunlardır:

a. Açıklanan, açıklayan öncüllerin mantıki sonucu olmalıdır.

b. Açıklayanlar arasında önceden ulaşılmış, kendisine dayanılacak kanun hükmünde

bir genelleme olmalıdır.

c. Açıklayanlar olgulara (gözlem ve deneye) dayanmalıdır.

d. Öncüller doğru kurulmalıdır.

Bu koşullara göre bir olgunun açıklanması birkaç biçimde olabilir:

  • 1. Karmaşık bir etkinin kanununu. tek tek nedenlerin kanunu ile bunların beraber var olmaları olgusu içinde birlikte etki yaptıklarını düşünerek açıklama: yani farklı etkenlerin birlikte etki ettiklerini düşünerek karmaşıklığı açıklama, 
  • 2. Art arda gelişte bir ara bağlantının tespiti yoluyla açıklama, 
  • 3. Bir nedensellik zinciri içinde herhangi bir bağı bir araya getiren kanunu, her birini ara bağlarla birleştiren kanun içinde eriterek açıklama. 



Üçüncü açıklama biçimi daha karmaşıktır. Çünkü burada, dar alanda geçerli olan birkaç kanun, genel bir yasa şeklinde ortaya konulur. Böylece daha az genel olan bir yasa, daha genel olanın altına konularak açıklama olanağı elde edilmiş olunur. Örneğin: Kepler, gök cisimlerinin gözlenen hareketlerinde var olan düzenliliği" Kepler Kanunları" adı altında üç genel önermeyle ifade etmiştir.

Öndeyinin özellikleri nelerdir: Ön deyi ile açıklamanın sıkı bir ilişkisi vardır. Çünkü ikisinin de mantıki yapısı aynıdır. Açıklamada, açıklanan olay gerçekleşmiştir veya gerçekleşir. Öndeyide ise olay hakkındaki önerme, olayın gerçekleşmesinden önce, genel kanun önermelerinden türetilmektedir.

Deneysel bilimlerde öndeyi önermesi. tüme varımcı veya tümden gelimci akıl yürütmelerle elde edilen ilkelere dayanır. Açıklama ile ön deyi arasında şöyle bir ilişki vardır:

Her uygun açıklama, potansiyel bir öndeyidir: her uygun ön deyi ise olası bir açıklamadır. Öyleyse öndeyi: geleceğe dönük bir önermeyi, geçmişte veya şimdi bilinen birtakım koşullar altında elverişli genel kanunlardan türetmek veya olası bir olayı önceden görmektir.

Ön deyinin amacı. önceden tahmin İle olayları kontrol etmek: dolayısıyla doğa ve toplum üzerindeki insan egemenliğini artırmaktır.

17 Ekim 2013 Perşembe

Tanrının Varlığı ve Felsefi Düşünceler


Tanrı'nın var olduğunu bilme gücüne kesinlikle sahibiz.

Her ne kadar Tanrı bizi yaratırken zihnimize doğuştan fikirler koymamış, mührünü zihnimize basmamışsa da onun varlığını kavrayabiliriz. Çünkü Tanrı, zihnimizi çeşitli yetilerle donatmış, kendisini tanıksız bırakmamıştır. Duyu, idrak ve akıl sahibi olduğumuz müddetçe onun varlığına dair daha açık bir kanıt isteme hakkına sahip değiliz. Tanrı bizi o kadar güzel donatmıştır ki bu önemli noktada cehaletimizi de bahane edemeyiz. Ancak bu hakikat, matematiksel kesinlik kadar açık olmasına rağmen yine de düşünce ve dikkate ihtiyaç bulunup zihnin kendisini sezgisel bilgi ve düzenli bir akıl yürütmeye vermesi gerekmektedir. Yoksa ispatı kendiliğinden apaçık olan birtakım şeylerden mahrum olduğumuz gibi, onun bilgisinden de habersiz ve cahil kalmış oluruz. Tanrı'nın varlığı hakkındaki bilgimizin kesin olduğunu ispatlamak için kendimizden ve kendi varlığımız hakkındaki şüphe götürmez bilgimizden uzağa gitmemize gerek yok, sanıyorum.





İnsan kendisinin var olduğunu bilir.

İnsanın kendi varlığına dair apaçık bir algıya sahip olduğu, kanaatimce tartışma bile götürmez. Eğer bir insan kendi varlığından kuşku duyuyorsa, bırakın ona bir acı veya açlık ulaşıncaya kadar bir şey olamamanın mutluluğunu yaşasın. Kanımca bu kuşku, aksine bir kimsenin gerçekten var olduğunu temin eder. Bunun gibi insan, yokluğun herhangi bir varlığı ve hele ezeli bir varlığı meydana getiremeyeceğini de bilir.

İnsan, bunun böyle olduğunu sezgi yoluyla da idrak edebilir. Böylece bir şeyin gerçekten var olduğunu ve yokluğun da herhangi bir gerçek varlığı meydana getiremeyeceğini anlıyorsak bu, ezeli bir varlığın var olduğunun apaçık bir kanıtıdır. Çünkü ezeli olmayan bir şeyin bir başlangıcı vardır ve başlangıcı olan her şey, bir başka şey tarafından meydana getirilmiş olmalıdır.


-

Bu ezeli varlık en güçlü olmalıdır.

Varlığını ve başlangıcını bir başka şeyden alanın varlık ve başlangıcı da ona bağlıdır. Bu yüzden, sahip olunan bütün güç, gücünü aynı kaynağa borçlu olup söz konusu güç aynı kaynaktan alınmaktadır. Böylece tüm varlığın bu ezeli kaynağı, buna paralel olarak tüm gücün de kaynağı olmalıdır. Buna bağlı olarak bu sonsuz varlığın aynı şekilde en güçlü olması da zorunludur.



Yine bu varlığın en iyi bilen olması gerekir.

Burada bir adım daha ileri giderek bir şeyin sadece var olduğunu değil, aynı zamanda onun bilen bir varlık olduğunu da bilebiliyoruz. Öyleyse ya bilen bir varlığın olmadığı ve bilginin olmaya başladığı bir zaman vardır ya da bilgisi ezeli olan bir varlık vardır. Eğer hiçbir varlığın bilgi sahibi olmadığı bir zamanın olduğu söylenirse, derim ki bundan böyle (o andan itibaren) bilginin var olması da imkansızdır. Çünkü cansız bir maddenin kendisine algı, duyu ve bilgi kaynağı koyması görüşü saçmadır. Bu görüş, bir üçgenin kendisine iki dik açıdan daha büyük bir açı koyması görüşü kadar saçmadır. Öyleyse Tanrı vardır. Böylece kendi kendimiz Ve bünyemiz Üzerine düşünmekten hareketle, yanılmadan anlamaktayız ki aklımız bizi kesin ve ispatlanmış hakikatin bilgisine, yani sonsuz, en güçlü ve en bilgili varlığın bilgisine götürmektedir.

  1. Locke, An Essay Concerning Human Understanding
  2. İnsan Zihni Üzerine Bir Deneme. s, 379-380, Londo111964.

15 Ekim 2013 Salı

Teoloji ile Din Felsefesinin Farkı


TEOLOJİ (İlahiyat) ve DİN FELSEFESİNİN ARASINDAKİ FARKLILIKLAR

Din felsefesi her çeşit dini ve dinlerin problemlerini ele alırken, teoloji belli bir dini, bazen de belli bir mezhebi ele alır. Teoloji, oldukça geniş bir alanı konu edinir. Bununla birlikte teoloji, din felsefesinin konu edindiği her problemi içine almaz.



Teoloji (ilahiyat), Hristiyanlıkta ve Müslümanlıkta farklılıklar gösterir. Bununla birlikte genel anlamda teoloji Tanrı’nın varlığını,  sıfatlarını, inanç esaslarını, dini esaslar (dogmalar)ın akli olarak temellendirilmesini; dini ibadetleri konu edinir.

Teoloji, Tanrı – İnsan ilişkileri ve insanın bu ilişki içinde sorumluluğu (özgür olup olmadığı) gibi konuları da ele alır. Bunları incelerken o dinin ilkelerine (dogma) göre hareket eder. Bundan dolayı teoloji dogmatik bir özellik taşır. Ayrıca her dine göre, hatta dinin mezheplerine göre teolojiler çeşitlenmiştir. İslam, Hristiyan, Yahudi teolojilerinin yanında Katolik ve Protestan teolojileri de ortaya çıkmıştır.



Din felsefesi ise tarafsız, tutarlı ve hoşgörülü olarak dinin problemlerine ele almakta ve bunlara çözüm aramaktadır.

Dine Felsefi Açıdan Yaklaşım


DİNE FELSEFİ AÇIDAN BAKIŞ

Din problemi, diğer alanlar gibi felsefenin yakından ilgilendiği bir problemdir. din ile felsefe arasındaki ilişki çok eski zamanlara kadar gitmektedir. Dinin, temelde irrasyonel (akıl üstü) bir alan olduğunu söyleyen filozoflar vardır. Ancak pek çok filozof, din ve felsefeyi aynı gerçeğin iki ayrı görünüşü olarak kabul etmişlerdir.



Farabi, İbni Sina, İbni Rüşd gibi İslam filozoflarının yanında F. Bacon, Descartes, Malebranche (Malbranş), Leibniz J.locke ve Hegel gibi birçok filozof din felsefesi ile yakından ilgilenmişlerdir. Bunlardan Hegel, ilk defa “Din Felsefesi Dersleri” veren filozoftur.